Atomlar Nerden Geliyor ?
İçerik Tablosu
“çoğumuz yıldız parçalarıyız”
Hiç düşündünüz mü acaba yıldızlar nerden geliyor?
Atomlar nerden geliyor?
Biz nerden geliyoruz?
Elementler nereden geliyor? Yüzlerce senedir bilimsel düşünceyi belirleyen ortak akıl, bu tarz şeylerin aslabir yerden gelmediğini söylüyordu. Evreni kimin ve niçin yarattığı üzerine bir sürü metafiziksel münakaşa vardı, fakat ortak kanaat tüm elementlerin ömrünün evrenin ömrüyle çakıştığıydı. Ne yaratılmış ne de yok olmuştur, elementler hep vardır. Sonraki kuramlar, mesela 1930 ‘daki büyük patlama teorisi bu anlayışı kılıfına yerleştirdi. Kuram on dört milyar yıl önce mevcud bir iğne ucunun, evrendeki bütün maddeyi barındırdığını söylüyordu. Etrafımızdaki her şey bu zerrecikten çıkmış olmalıydı.
Hemen hemen kralların tacındaki elmas, konserve kutusu ya da alüminyum kadar şekillendirilmiş olmasa da hepsi aynı temelden geliyordu. (Bir bilim insanı büyük patlamanın bilinen tüm maddeyi var etmesinin on dakikayı bulmadığını söylemiş ve şöyle bir komiklik yapmıştır: “tüm elementlerin hazırlanması sizin bir tabak patatesli ördek pişirmenizden daha kısa süre gelmiştir.”) Bu da gene sağduyusal bir çıkarım: elementlerin istikrarlı bir uzay zamanı.
(hızlı hızlı okuyup geçmeyin)
Bu teori sonraki yıllarda aşınmaya başladı. Alman ve ABD’li bilimciler 1939 senesinde güneşin ve öteki yıldızların hidrojen füzyonuyla helyum oluşturarak kendilerini ısıttığını ortaya koydular. Bu süreç atomların minnacık boyutlarıyla kıyaslandığında bir enerji açığa çıkartır. Bazı bilim insanoğluı, “Tamam, iyi, hoş da hidrojen ve helyum kütlesi değişebilir, fakat bu çok azca miktardadır ve öteki elementlerin hacminin değiştiğine dair hiçbir kana yoktur,” dediler. Fakat teleskoplar gelişmeye devam ettikçe daha faz la bilinmeyenle karşılaşıldı.
Teoriye nazaran, büyük patlama elementleri tüm yönlere muntazam şekilde saçmış olmalıydı. Ama veriler gösterdi ki, yaşlı yıldızlar onlarca çeşit elementi barındırırken, en genç yıldızlar yalnız hidrojen ve helyum içeriyordu. Ek olarak yeryüzünde olmayan teknetyum şeklinde had safhada kararsız elementler, “özel kimyaları olan yıldızların belirli kategorilerinde vardı. Elementleri her gün yeniden oluşturuyor olmalı.
(bunlar sınavda çıkmaz fakat bir olasılık bir yerde lazım olur)
1950’lerin ortalarında bir avuç akıllı gökbilimci ,yıldızların bizzat kendilerinin göksel birer ateş ve maden tanrısı, birer volkan bulunmuş olduğunu fark etti. Tek adım atarına olmamakla birlikte. Geoffrev Burbridge, Margaret Burbridge, William Fowler ve Fred Hovle, 1957 yılın da yayınladıkları makaleyle yıldızsal nükleosentez teorisini açıkmakta en büyük rolü oynadılar. İşin erbapları tarafınca B₂ FH olarak malum bu yazı, bilimsel nitelikli bir yazı için acayip kaçak şekilde, insanlığın kaderinin yıldızlarca belirlendiğini dile getiren olağanüstü ve çelişkili iki Shakespeare alıntısıyla başlıyordu.
Görüşmek üzeree..