Nihilizm :
2. Epistemolojide, gerçek ve nesnel bir doğru olamayacağını, bilinebilir olan hiçbir şey bulunmadığı, bilginin bir yanılsamadan başka birşey olmadığı, her tür bilginin değersiz, göreli ve anlamsız olduğu, hiçbirşeyin bilinemeyeceği, bilginin olanaksız olduğu inancı.
3. Metafizik anlamda ise hiççilik, bir tür tanrıtanımazlıkla birlikte, bazı çevrelerde Tanrı inancının çöküşünün bir sonucu olarak, evrenin anlamsız ve amaçsız olduğu, insan yaşamının ve insan faaliyetlerinin hiçbir değeri yada anlamı olmadığı, kendisi için yaşamaya değer hiçbir şey bulunmadığı görüşünü ifade eder.
4. Hiççilik, etik alanında da, ahlaklılığın hiçbir şekilde temelinin olmadığını savunan, geleneksel ahlakın ilke ve yükümlülüklerini yatsıyarak, her türlü genel ilke ve değeri sorgulayan, ahlaki norm ya da değer ölçülerinin rasyonel olarak haklılandırılamayacağı, ahlaki değerlerin akıl yoluyla da, sezgiyle de, yasanın oteritesiyle de temellendirilemeyeceğini, değerlerin anlamsız ve akıldışı olup, ya keyfi davranışların ya da akla dayanmayan duyguların ve toplumsal koşullanmaların ifadeleri olduğunu öne süren anlayışa karşılık gelir. Metafiziksel ve ahlaki anlamda Hiççilik, etkin ve edilgin Hiççilik olarak ikiye ayrılır.a)Edilgin Hiççilik, hiçbir değerin varolmadığını kabul etmekten, değerlerin yokluğuyla ve varlığın amaçsızlığıyla yüz yüze gelmekten meydana gelir.b)Etkin Hiççilik ise, kendilerine artık daha fazla inanılmayan değerlerin tümden yıkılması yönünde bir girişimde bulunmaktan meydana gelir.
5. Buna karşın, siyaset alanında Hiççilik, her tür toplumsal düzenin kötü olup, yıkılması gerektiğini öne süren, egemen bireyin özgürlüğü adına, otoritenin zorbalığına karşı çıkan tavırda ifadesini bulur.
KAYNAK : Paradigma FELSEFE SÖZLÜĞÜ,Ahmet Cevizli, Paradigma Yayınları, 2002
Üstinsan : ‘Yeryüzünün anlamı olacak üstinsan ! Yalvarırım size kardeşlerim, yeryüzüne bağlı kalın, inanmayın size dünyaötesi umutlardan söz edenlere !’
‘Gizemli insanın varoluşu, anlamsız hala…. Varlıklarının anlamını öğretmek istiyorum ben insanlara : Üstinsanı, insanın karanlık bulutundan çakan şimşeyi.’
Geleneksel ahlakı köle ahlakı olarak görüp değerlendiren, eşitlik kavramına karşı çıkıp, ahlaki değerlerin son çözümlemede insanın gerçek doğasına, insandaki güçlü olma isteğine dayanması gerektiğini öne süren Nietzsche’nin öngördüğü insanlık düzeyi ; insanın evriminin bundan sonraki aşamasında ortaya çıkacak bir insan tipi olarak, değerleri gözden geçirme, yeni baştan yaratma ve güçlü olma isteğini hayata geçirme cesaretinde olan insan için kullanılan deyim.
Nietzsche’ye göre, üstinsan, insanoğlunun amacıdır. O, insanın yenilmesi, aşılması gereken bir varlık olduğunu öne sürer. Her varlık kendisinden üstün birşey yaratmıştır ; bundan dolayı, insanın da kendini aşması gerekir. Maymun, insanın gözünde ne ise, insan da üstinsanın gözünde o olmalıdır. Nietzsche yeryüzünün anlam ve amacının üstinsan olduğunu söyler, çünkü insan doğasına yakışan güçlü, korkusuz ve acımasız olmaktır, yaratıcılığa ve ileriye yönelmektir. O üstinsan anlayışıyla insanlara yeni değerler, yeni hedefler ve yeni bir ideal getirmeye çalışmıştır. Nietzsche güçlü ve bağımsız insanların egemenliğinin, sürü olarak gördüğü insanlık için bir ilerleme sağlayacağına inanır. Ona göre, yığın kendini feda ederek, üstün insanı bekleyecektir.
Buradan da anlaşılacağı üzere üstinsan bir erek, gelecekle ilgili bir tasarı ya da yönelim olduğu kadar, bir sonuçtur da. Nitekim, Nietzsche’ye göre, üstinsanın olabilirliği aşkın ideallerin iflasına, Tanrı’nın ölümüne bağlıdır. Öte yandan, üstinsan, Nietzsche’nin son insan adını verdiği pasif ve bıkkın insanın, eski geleneksel değerlerin yıkılmasıyla şakın bir kuşkuculuğa saplanmış, amaçlar belirleme ve değerler yaratma gücünden yoksun kişinin tam zıttıdır.
KAYNAKLAR :
Paradigma FELSEFE SÖZLÜĞÜ,Ahmet Cevizli, Paradigma Yayınları, 2002
Böyle Buyurdu Zerdüşt, F. Nietzsche, çev: Turan Oflazoğlu, M.E.B.,1989
Bengidönüş : ‘Sonrasızca yeniden gelir o, senin bıktığın insan, o küçük insan.’ , ‘ İnsan sonrasızca yeniden gelir !
Nietzsche’ye bu düşünce kendi üstinsan düşüncesini yıkar gibi gözüküyor, fakat o bunu, geçmişe doğru isteyebilmeyi üstinsanı olumlacak birşeye vardırıyor ve vardırmıyor da. ‘ Vaat etmem gereken son şey, insan neslinin ıslah edilmesi olacaktır. Ben, hiçbir yeni put yaratmayacağım ; bırakın eski putlar, ahlakça zayıflığın ne anlam geldiğini öğrensin. Putların yıkılması, bu iş, giderek benim sanatımın bir parçası olmaya yaklaşıyor. Kişi tam da yalanlar aracılığıyla ideal bir dünya icat ettiği ölçüde, gerçekliği değerinden, anlamından, hakikiliğinden yoksun bırakır.’
Ebedi dönüş ilkesi, döngüsel ve çevrimsel bir zaman görüşünü ortaya koyarken, üstinsan ideali doğrusal bir zaman anlayışını gerektiriyor gibidir. Üstinsan düşüncesi bizi, yeni ve özgün birşey yaratmaya iterken, ebedi dönüş öğretisi aynının ebediyen döneceği ve bu nedenle tüm yaratımların boşuna olduğuna dair yıkıcı bir düşünce içerir. Fakat Nietzsche bunu bir olumlama ilkesine dönüştürür.
‘Bengidönüş’ öğretisi, yani sınır tanımadan sonsuza dek her şeyin durmadan yok olup yeniden doğması’! Nietzsche, Ecce Homo’da, ‘Bengidönüş’ düşüncesini böyle tanımlar…Yine Ecce Homo’da, Zerdüşt Bötle Buyurdu’nun ana düşünün ‘Bengidönüş’ düşüncesi olduğunu bildirir ve onun ‘erişililebilecek o en yüksek olumlama ilkesi’ olduğunu söyler. Bu öğreti, Nietzsche’nin ‘varlık’ kavramını kökünden yadsıyarak, onun yerine ‘oluş’u koyduğu temel koyucu argümanının bir çıkarsamasıdır. ‘Oluş’ tur yok olup yeniden doğmayı imleyen, ‘varlık’ değil ! Nietzsche için varlık adına bir tek şey vardır, o da oluş-halindeolan’dır. Nietzsche gibi söylersek, ‘Bengidönüş’ü olanaklı kılan, ‘oluş’a ‘evet’ değiştir…
Zerdüşt, ‘Kurtuluş Üzerine ‘ adlı söylevde, insan isteminin yaratıcı ve yasa koyucu bir istem ifade eden bir güç istemi olduğunu öğretecek bir öğreti arar. İstemin büyük sorunu, geleceğin üzerine karanlık bir gölge düşüren geçmişin yükü ve ağırlığı altında ezilmesinden kaynaklanır. İnsan istemi, olmakta olanın karşısında güçsüz hisseder kendini ; çünkü kişinin, geçmiş olanı değiştiremeyeceğini fark eder.
Dönüş öğretisi kişisel varoluşumuza anlam ve önem kazandırıp bize, yaşamın trajik özelliğinden kurtulmaya çalışmayı değil, yaşamı onaylamayı öğretir.Yapmakta olduğumuz herşey ve bunları yapma biçimimiz, kaçınılmaz olarak kim olduğumuzla ilişkilidir. Önümüzdeki sorun ise şudur : Olduğumuz kişi olmayı istiyormuyuz ? Geçmişin kendisi, dönüş deneyiminde değil, ancak bizim geçmişe yönelik tutumumuzda dönüştürülebilir.
KAYNAKLAR : Böyle Buyurdu Zerdüşt, F. Nietzsche, çev: Turan Oflazoğlu, M.E.B.,1989 Cogito,Yapı Kredi Yayınları, Nietzsche : Kayıp Bir Kıta,Sayı :25-Kış 2001 KUSURSUZ NİHİLİST,Keith Ansell-Pearson, AYRINTI Yayınları,1998
NİETZSCHE’NİN SANAT DÜŞÜNCESİ
Nietzsche’ye göre sanatın iki kaynağı vardır. Biri eski anadolu tanrısı Dionysos, öteki ise Apollo’dur. Nietzsche bu sanat anlayışına etkisi altında kaldığı Schopenhauer felsefesinden varır.Evreni bir tasarım olarak gören, onu bilinçsiz, gözü kapalı bir istencin yönetimi altına koyan, öyle yorumlayan Schopenhauer’e göre insanın kendi özünün bilincine varması, mutluluğa ulaşması için kendini aşması gerekir.İnsan bir düş, bir tasarım olan evreni anladıkça mutsuz olur.Bir düş olan nesnenin ardından koşması onu yorar, umutsuzluğa düşürür.İnsan özünde yerleşen bireyleştirme gücüyle, evreni karşı duran bir nesne, bir konu durumuna getirir.Onun bir düş bir tasarım olduğunu, gerçekliğinin bulunmadığını, insanın bu evreni yöneten bilinçsiz istemin tutsağı olduğunu anlar.Özündeki bireyleştirici istem, önü sonu boş olan bir nesnenin, bir tasarımın tutsaklığından kurtulmak ister.İnsan, kendini bilinçli bir istençle acıdan, üzüntüden sıyırır, yaşamı mutluluğa ulaşmak için bir basamak olarak kullanır.
Bunun iki yolu vardır.Birincisi, yeryüzü işlerinden el etek çekmek, kendini yokluğun sonsuzluğunda, Nirvana’nın özünde görmek. İstenci ve kendini evrenden sıyırmak. Nirvana’nın yokluğunda saklı mutluluğa ulaşmak. Bunu gerçekleştirmenin ilk yolu içine kapanma, istencin ışığı altında , evren karanlığından sıyrılma. Böylece, insan, bir yandan bu bilinçsiz istencin baskısından kurtulur, bir yandan da kendi özünde saklı gerçeğe, yoklukta varlığa mutluluğa ulaşır.
İkincisi ; güzellik, sanat yolu ile bilinçsiz istencin baskısıdan, yaşam acılarının eziciliğinden kurtulmaktır. Sanatlar arasında bunu en kolay yapan müziktir. Müzik insanı kendi varlık sınırlarının ötesine geçirir.İnsan istenç dışı bir uyum içinde kendi özünün mutluluğunu duyar, sevince kapılır.
Nietzsche, Schopenhauer’in bu görüşünü benimsedi.Wagner’in yapıtlarında da, müziğin insan üzerindeki derin etkisini sezdi ve müziğin kaynağını, özünü kavramaya koyuldu.Sonunda eski Anadolu’da, Grekler’de büyük şenliklerle, derin bir çoşkunluk içinde kutlanan Dionysos törenlerini inceledi, öğrendi.
Dionysos, üzüm bağlarının, içip eğlenmenin, sevişmenin, birleşmenin, bitkilerin tanrısıdır, yöneticisidir. Trakyalı olan bu tanrıya çok eskiden Anadolu’da, sonra Yunanistan’da adaklar sunulur, onun adına coşkun törenler, içkili,sevişmeli eğlenceler düzenlenirdi.Özellikle kadınlar, Dionysos’un içkiden sızmış, coşkunluğa kapılmış bir durumda kendileriyle sevişeceğine inanırlar, bu yüzden içer, oynar, ıssız çamlıklarda sızar kalırlardı. Bu kutsal törenlerde müzik başta gelirdi. Sevgi, sevinç, korku, çığlık birbirine sarışır, insan, istencin baskısından, egemenliğinden sıyrılırdı.
İnsanın mutluluğunu, istem özgürlüğünü müzikte bulan Nietzsche’ye göre, Dionysos törenlerinde insan kendi sınırlarını aşar, evrenin bütünlüğü içinde erir, yaratıcı eylemin özünü bulur, usun bağlarından kurtulur, kendini boşlukların sonsuzluğunda görür.Burada müzik başlar.
Nietzsche, sanata özellikle müziğe bu yolla varır. Burdan da tragedyaya ulaşır.Biçim güzelliğine dayanan yontuyla, uyuma dayanan müzik, insan mutluluğunun, kendini aşmanın iki kaynağıdır.Dionysos, insanı taşkınlığa, kendini aşmaya, aşırı bir coşkunluğa ulaştıran müziğin tanrısıdır.Bu içten gelen yaratıcı taşkınlık insanın özüdür.İnsanda dışa vuran iki içgüdüden biri budur.
Bir de düzen, ölçü, biçim güzelliği vardır. Bu da bir içgüdüdür.Bunun tanrısı da Apollo’dur.Bir anadolu tanrısı olan Apollo, bir ışık, ölçü, düzen tanrısıdır.Dionysos taşkınlığa kapıldıkça, kendinden geçtikçe, coştukça Apollo durgunlaşır, ölçüyü, düzeni, biçime dayanan güzelliği elden bırakmaz.İnsanı taşkınlıktan, aşırılığa düşmekten, boşluğa yuvarlanmaktan korur, ölçüler içinde kalan bir coşkunlukla yaratıcılığa iter.
Apolloncu sanatların amacı güzelliktir. Ama güzellik basit bir estetik görüşle düşünüldüğü gibi gerçekliğin süzülmüş bir özü değil, onun en yüce biçimde yadsınmasıdır.Bu sanatlar görüntü sanatlarıdır, olgu sanatlarıdır, düş sanatlarıdır.
Dinysosçu olan müzik ise diğer sanatların izlediği yasalardan çok farklı bir yasaya bağlıdır. Amacı güzellik değildir. Güzel katagorisine yabancıdır, ondan çok üstündür. Müziksel güzellik yoktur. Güzelin niteliği düzendir, ölçüdür. Esinle dolu bir müziğin niteliği ise bir iç esrikliğinin getirdiği uğultudur, kapıp koyvermişliktir, ölçüsüzlüktür. Güzel biçimlere bağlanan bir zevk vermeyi aradığında kendi kendini yanıltmış olur ve yozlaşır müzik.
Bu iki karşıt nitelikte yaratıcı gücün birleşmesinden, insan başarılarının en büyüğü tragedya doğdu. Sanat yapıtı bir eylem akışı içinde ortaya çıktı. Nietzsche için sanat ürünü, çatışık, karşıt kaynaklar arasındaki birlikten, kaynaşmadan doğuyor.Bu iki güç « …. sanatçı kişinin eli değmeden, yardımı dokunmadan, kendiliğinden çıkar ortaya doğadan, bunların içinde onun sanat eğilimi kendini bulur, bu yolda dosdoğru araçsız, kendince sevince ulaşır…Doğanın bu doğrudan doğruya özünde bulunan sanat nitelikleri karşısında her sanatçı ancak bir özentidir ; o, ya Apolloca bir düş sanatçısı, ya Dionysosça bir çoşkunluk sanatçısı » dır.
Böyle olunca, sanat ürününün kaynağı doğa oluyor, insan başarısı, doğa karşısında, ona en uygun bir benzeme, özenme niteliğine bürünüyor.Sanatçı doğa ile birleşiyor.Sanat ürünü, sanatçının kendini aşırı bir coşkunluğa kaptırması, bütün us sınırlarının ötesine varan bu taşkınlık içinde denge sağlaması sonucu gerçekleşir.Dionysosça bir törene katılmış gibi, ürününü ortaya koymanın coşkunluğuna kapılan sanatçı, sürekli bir atılım içindedir. Sanatçı, ürününü yaratırken doğa üstü bir eylem içindedir, kendi varlık sınırlarının çok ötesinde, bütün varlığıyla salt coşkunluktur, yaratıcı eylemdir.Böyle bir sanatçı üstinsandır ancak. Böyle bir sanatçının doğa özentisi oluşu, doğanın kendisiyle birleşmesi demektir.
Bu doğa özentisi deyiminde doğanın bütünlüğü içinde sezmesi anlamı saklıdır. Kişide kendini aşma, istemin boyunduruğa vurucu bağlarından kurtulma, anlamlı bir eylemde bulunma demektir açıkça. Yoksa kişi, kendi içinde kaldığı sürece eylemini gerçekleştiremez, sanatçı olamaz, ancak yığınların içinde bir epigon olarak varlığını sürdürür.
Başkalarının buluşlarını aktarmak, onların aydınlığında yürüyerek boyuna yenilikten söz açmak, kendi gücünün tükenmişliğini başkalarının erkinin gölgesinde güçlü bir nesneymiş gibi göstermek sanatçının değil, yetersiz kişinin işidir. Nietzsche böylesi kişileri ‘epigon’ olarak niteler.Doğa salt mermerden ‘üstinsanı yaratırken çekicin döktüğü kırıntılardan epigonlar oluşmuştur’.Bunlar işi bitmiş, gücünü yitirmiş olan, kendi çağlarında bile birer avuntu varlığı olarak yaşayan, kendilerini başkalarının gölgesinde bağımsız nesnelermiş gibi görmenin geçici kıvancı içinde yuvarlanan, soluyan eskilerdir, çağının yanında çağdışı olmanın utancını mutluluk sayan kimselerdir.Doğanın diliyle konuşan, uydurmalardan kaçınan kimse yeninin sıcaklığını, yaratıcı etkisini özünde duyar. Nietzsche doğada olana, evrende bulunana dayanmayan, boşlukta durmasına karşılık kendini sağlam bir tabana oturmuş gibi görmenin yanılgısı içinde sürünen kimselere, nesnelere karşı öfkelidir.
Nietzsche eskiye, donmuşa saldırır, ondan tiksinir. Nietzsche bir atılım insanındır.Yeninin tutunması, gelişmesi için yıkılması gerekeni seçmesini, yıkmasını çok iyi bilmiş, bildirmiştir. Nietzsche için yeninin yeşermesinde, tarlanın eski otlardan, köklerden, yabanlaşmış bitkilerden arındırılması kaçınılmazdır. Eski köklerin, otların egemenlik sağladığı bir tarım alanında yeni ürün almanın olanağı yoktur.
Nietzsche’de sanatçı, acı çeken, sancılanan, kıvranan insandır.Bu kıvranışlar onun taşkınlıkla ölçülülük arasındaki birliği kurmakta çektiği güçlükler yüzündendir.Bu köklü çatışma, bu derin çelişme sonucu varılan birlik sanat yapıtına kimlik kazandırır, onun sınır çizgilerini, oluş nedenlerini belirler.Üstinsan da çağının, geleceğin acısını çeken, yaratmak için kıvranan, evrenle kucaklaşan, onun derinliklerinde yatan özleri bulan, aramayı bilen, evrenin anlamını kavrayacak nitelikte olan insandır. Bir insanın sanat yapıtını anlaması, onların özünde dile gelen, aydınlığa çıkan gücü değerlendirmesi için Apolloca olanı bilmesi, tanıması gerekir. Bunu da yapabilmek yaşamı bir bütün olarak bilmekle olur.
İnsan, doğanın anlamı olduğu sürece sanatçıdır, toplumun, geleneklere bağlı yığınların, pek çokların üstündedir. Çağının doruğudur gerçek sanatçı. Onun bir görevi de, yarattığı sanat ürünleriyle geleceği yapmak, yarının kuşaklarını aydınlatmaktır.
Nietzsche, büyük bir sanat olarak gördüğü tragedyanın kaynağını eski çağ kültüründeki trajik koroda görüyor.Bu korolar dinsel bir amaçla düzenlenen Dionysos törenlerinden doğdu.Bu din törenleri sonradan belli yerlerde oynanan, sahneye konan, bir oyun, bir tiyatro niteliği kazandı. Koroların oynanmasında Satyr denen kır tanrılarını önemi büyüktü. Dionysos törenlerini yöneten ilk oyuncular satyrlerdir. İnsan düşüncesinin evrimi sonucu satyr kılık değiştirdi, sahnede yerini insana bıraktı.
Görüldüğü gibi Nietzsche’nin düşünücesinde sanatın özü doğadır. Bütün insan yaratmaları doğaya duyulan derin bir özlemle, doğaya yönelmekle başlar. Doğaya yönelme, ilkçağ insanında bir özenme niteliğindedir. Zamanla bu özenme gelişir, soyutlaşır, insanda yeni bir bilinç varlığı olur. İnsanla doğa arasında köklü bir bağlantı kurulur. Doğaya duyulan derin özlem, insanda, yaratıcı güç niteliğine bürünür. İnsanın özünde yoğunlaşan yaratıcı birikim, sanat yapıtı ile bir eylem biçiminde ortaya çıkar, gerçeklik kazanır.
İnsan doğaya yöneldikçe, doğada saklı yaratıcı gücün özünü kavradıkça başarılı olur. Doğa insanda dile gelen, gerçekleşen yaratıcı güçler birikimidir. İnsanın onun çizdiği yolda yürümesi, onun doyurucu ilkelerini benimsemesi gerekir.
İnsanın sanat alanında başarılı olması, yaşama oluşmaları karşısında kendi kişiliğini bütün ağırlığı ile ortaya koyma, kendi kendini geleceğe doğru sürdürme, bütün olup bitenleri, oluş eylemiyle varlık alanına çıkanları, yeniden değerlendirme, anlam sınırlarını genişletme, düzene koyma ile bağlantılıdır.
Nietzsche’nin, sanat yapıtının doğuşunda gördüğü özlü atılım, felsefe alnında da etkilidir. Sanatla felsefe arasında, yaratıcı gücün bağdaştırdığı köklü bir bağlantı vardır. Nietzsche’ye göre büyük sanatçı ile bilge arasında köklü bir ayrılık yoktur.
Ne yaptığını bile düşünmeksizin, ozan varlıkları olduğu gibi çizdiğini, yaşamı duyduğu gibi yankıladığını düşünür, bir büyülenmenin baş dönmesine kendini bırakır, dokunduğu herşeyi de büyüler.
Nietzsche’nin ağzından,
‘Benim felsefem Platon’culuğun tersine çevrilmesidir. Birşey gerçek yaşamdan ne denli uzaksa o denli güzel ve iyidir.’
‘İlk kitabım doğruluk ile sanatın uyuşmazlığı üzerinedir ; Tragedya’nın Doğuşu’nda sergilenmiş olan sanat inancı temelde başka bir inanca dayanır : doğrulukla birlikte yaşanamaz inancına : oradan da : doğruluk iradesi yozlaşmanın bir belirtisidir.’
‘Yaşamın tek yolu sanattan geçer. Yoksa ölümden vazgeçmek gerekir. Düş’ün yok edilmesi, işte bilimin varmak istediği nokta : Buna erişseydi her şey susardı, bereket sanat var.’
KAYNAKLAR : Nietzsche :Eylem Ödevi,İ.Z.Eyüboğlu,BROY Yayınevi,1997 Tragedyanın Doğuşu, F. Nietzsche çev.İsmet Zeki Eyüboğlu,SAY Yayınları,2002 Nietzsche’nin Müzik Üzerine Düşünceleri,Pierre Lasserre,Pan yayıncılık,1997